Romanlar
SAVAŞ VE AÇLAR (HASAN İZZET DİNAMO)
Birinci Dünya Savaşı’na yakın tarihlerde ve o savaş içinde, Karadenizli fakir bir ailenin hayatı. Aile, otuz iki yaşlarında, yedi yıl Yemen’de dövüşmüş, Trabzonlu ve güzel kemençe çalan Temel Çavuş; karısı yirmi sekizinde Şakir’e, en büyük evlâtları on dört – on beş yaşlarında Ali ve daha altı çocukla, Çavuş’un annesinden oluşur. Temel Çavuş evlenmiş, üç çocuğu olmuştur ki, patlak veren Yemen İsyanı dolayısıyla askere alınmış, İstanbul’da birkaç gün bekletilerek gönderildiği ve binlerce yurttaşını bıraktığı Yemen çöllerinden yedi yıl sonra dönüşünde İstanbul’da Sarıyer’de inek beslemekle uğraşmaya karar vermiş, gidip ailesini de İstanbul’a getirmiştir. İki çocuğu İstanbul’da doğar (Asile, Musa). İnekler ölüp de işsiz, aç kaldıklarında memleketlerine, Pulathane’nin Ahunda köyüne dönmeye karar verirler. Gülcemal vapuru Samsun limanına gelmiştir ki, Temel Çavuş orada vapura binen uzak akraba Trabzonlu Osman Bey’in teklifini kabul eder: Ailesiyle Samsun’da vapurdan inerek Osman Bey’in Kötüköy’deki tütün tarlalarında çalışmaya gider. Bir sene kalır, sıtmaya yakalanırlar. Roman, Temel Çavuş ailesinin Kötüköy’e dayanamayıp oradan Samsun’un yoksul, kenar bir mahallesine gelişleriyle başlar. Şehrin zenginlerinden ve siyaset adamlarından birinin oğlu olan ve bir süre İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nde okumuş, sonra babasının paralarını yemeyi daha doğru bulduğu için Samsun’a babasının yanına dönmüş, on sekiz-on dokuz yaşlarında beyzade Mümtaz, boş sokaklardan atıyla yıldırım gibi geçerken, sırtlarında yükleriyle ilerlemekte olan Temel Çavuş ailesini o hızla sağa, sola pis sulara devirir. Bu densizlik, aile ile Mümtaz arasındaki gerginliğin başlangıcı olacaktır.
Temel Çavuş ailesi, gene Osman Bey’in yardımıyla geldikleri, taşındıkları kerpiç kulübenin bahçesini ekip biçmeye başlarlar. Zahmetli bir iştir bu da; beklemek, direnmek lâzımdır. Bir akşam, Birinci Dünya Savaşı’nın patladığı, Osmanlı Devleti’nin Almanya ile birlikte harbe girdiği haberi, ailede telâş yaratır. Temel Çavuş’un hasta annesi bu yüzden ölür. Nitekim Temel Çavuş da tekrar askere alınır. Şakire, yedinci çocuğuna hamiledir. Son gece Temel Çavuş, çocuk oğlan doğarsa seferberlik çocuğu olacağı için, adının Sefer konmasını ister ve gider. Evin yükü Şakire’nin omuzlarındadır. Onbeşindeki Ali gençtir, tecrübesizdir, komşuları Tahar Hanım’ın büyük kızı Tenzile’ye de vurgundur. Tenzile’de gözü olan bey çocuğu Mümtaz, kin beslediği bu aileyi yerinden yurdundan edip öç almak için, babasına, Temel Çavuş ailesinin elindeki bahçeyi ve kulübeyi satın aldırırsa da, Temel Çavuş’u ve ailesini tanıyan bir yüzbaşı kurtarır onları. 1915 kışında Kafkas Cephesi’nde kan gövdeyi götürmektedir. Temel Çavuş’un şehit düştüğü haberinin gelmesinden az sonra Şakire yedinci çocuğu Sefer’i doğurmuştur. Mümtaz tarafından asker kaçağı diye ihbar edilen Ali de, yaşının küçüklüğüne rağmen askere alınır, aile bahçeden de çıkmak zorunda kalmıştır. Derken Ali’nin de şehit olduğu haberi, açlıkla savaşan aileyi büsbütün perişan eder. 1916 kışı olanca ağırlığıyla bastırmıştır. Sefer’den önceki oğul Hüseyin de ölür. Şakire’ye oğlu Ali’den bağlanmış bir lira şehit maaşı nelerine yeter ki! Oğlu Osman şehit olunca komşuları Tahar Hanım, kızı Tenzile’yi bir polisle evlendirerek durumunu kurtarmıştır. Şakire’nin büyük kızı Asile, gündüzleri Tenzile’ye hizmetçiliğe gider, akşamları kulübeye döner. Bu kulübeden de atılır, deniz kıyısında ıssız bir göçmen odasına sığınırlar. Açlık, aileden ikinci kurbanını da alır: Fatma kız da ölür. Şimdi en büyük oğul yedi – sekiz yaşlarında Musa, köpek pisliği toplayıp tabakhaneye satmaya başlamıştır; fakat kuduz köpekler vardır, zordur bu iş. Şakire dağlarda odun toplar, şehirde yok pahasına satarak aldığı bir asker tayınıyla açlığa karşı koymaya çalışır. Başkaları da vardır bu işle uğraşan; Şakire dövülür, elinden ipi, baltası alınır. Polislerin sarkıntılıklarına dayanamayan Asile’ye de annesi, hizmetçiliği bıraktırmak zorunda kalır. Musa bu defa denize dökülen, mezbaha artığı barsakları toplar, ateşte kızartılınca ne de olsa şöyle böyle karın doyurmaktadır bu barsaklar. Asile şimdi yardımsever yüzbaşının ev sahibi Emine Hanım’ın evinde hizmetçidir. Akşamları getirdiği biraz nohut, biraz fasulya; pişirmeye öteberi istediği için boşunadır. Aç halk, barsakla karın doyurma imkânlarını da çocukların elinden almıştır. Yüzbaşı, Emine Hanım’ın, Asile’ye sadece kuru nohut taneleri verdiğini görünce kızar, kadının kilerini dolduran yiyeceklerin bir kısmını fakirlere dağıtır. Bir aylık bir mutluluktan sonra Şakiregiller gene açlığın pençesindedirler. Kundaktaki Sefer de ölür. Hırsızlığı da deneyen Şakire için son çare, şehit çocuklarının alındığı Darüleytam’a başvurmaktır. Oğlu Musa’yı ve iki kızı Adviye ile Asıle’yi oraya yerleştirir, kendi de Belediye hastanesi başhekimine gider, durumunu anlatır. Bir gün memleketine dönebilmek için en müşkül durumlarda kullanacağı, Samsun’dan Akçaabat’a bir vapur yolculuğunu ancak karşılayacak son bir parası kalmıştır. Yatırıldığı hastanede bir erkek hastabakıcı bu paraya göz diker, bir akşam Şakire’ye bir iğne yapar, kadıncağızı uyutunca da göğsünü açıp bez keseyi makasla keser alır. Ertesi sabah ikinci bir iğneyle de ölümünü çabuklaştırır. Başhekimin biraz kendisine gelsin diye yatırdığı kadıncağız, bir soysuzun sessiz cinayetine kurban gitmiş, yetim üç evlâdını sayıklayarak ölmüştür.
Dor Ali (Behzat Ay )
1960’lı yıllardan itibaren Türk edebiyatında kendine has bir yer edinen Behzat Ay, modern Türk okuru tarafından da tanınmayı hak eden bir isimdir. 1962 yılında kaleme alınan Dor Ali, Bafra’nın bir köyünden Samsun merkeze göç etmek zorunda kalan ve at arabacılığı ile hamallık gibi işlerde çalışan Dor Ali ile ailesinin hikâyesi üzerinden dönemin sosyo ekonomik yapısını başarılı bir şekilde anlatırken, köyden kente göç meselesi ile belki de birçoğumuzun aile hikâyesini resmediyor. Köylerin içinde bulunduğu şartların insanları göçe zorladığı bir dönemi anlatan Dor Ali romanı, Behzat Ay’ın çağdaşları ile aynı şeyleri görüp, farklı sonuçlara vardığı birtakım olayların da roman tekniği içinde ortaya konduğu bir eser. “Düzlek köyünden Dor Ali’nin, evini, tarlasını dağıtıp ailesiyle Samsun’a göçünü, orada arabacı ve küfeci olarak ekmeğini kazanma direncini anlatan bu köy romanında yazar, olayları toplumcu açıdan yorumlamaya çalıştığını fazlasıyla duyurur.” Behçet Necatigil (kitapyurdu 2023)
Halk Hikayesi, Hikaye, Destan
Samsun Öyküleri (Yılmaz Elmas)
İnsanın yaşadığı topluma benzemesi, elbette rastlandı değildir. Ne var ki, çeşitli nedenlerle yapılan göçler, insanla toprağı arasındaki bağı gevşetmektedir. Gevşeme, zamanla doğru orantılı çoğalmaktadır. Bu olgu, yazarlar arasında daha belirgin olarak çıkmaktadır. Yazınızımıza baktığımızda, geçmişte memleket öykülerin daha çok yazıldığına tanık olmaktayız. Günümüzde ise onun yerini gezi kitapları almaktadır.( kitapyurdu,2024)
Bir Efsane
Alaçam Geyikkoşan Dede Efsanesi
“Geyikkoşan mevkii sık ve büyük ağaçlarla dolu bir ormandır. Bu ormanın orta yerinde ikamet eden bir Dede ve küçük bir tarlası vardır. Çevredekilerden habersizce eğittiği iki geyiğiyle tarlasını gizliden gizliye sürmektedir. Altın boyunduruk ve altın sabanıyla yine bir gün tarlada çift sürerken birkaç kişi tarafından görülürler. Yabancılardan ürken geyikler kontrolden çıkar ve dağa kaçarlar. Bu dağ bugün Kışlakonak Köyü (Gelemet) başlarında bulunan “Meydancık” dağıdır. Altından yapılmış Boyunduruk ve sabanın halen bu dağda bir yerlerde olduğuna inanılır.”
Bir Kelime
Guymak : Koymak
Bir Deyiş
Acı sirke kabına, tatlı söz sahibine.