Tunceli

ROMANLAR

CEMO (KEMAL BİLBAŞAR)

Kemal Bilbaşar’ın üçüncü romanı olan Cemo konusunu Doğu Anadolu bölgesindeki hayattan almaktadır. Yer yer destan havası hissedilen roman, bir kitle hikâyesini anlatmaktadır. Doğu Anadolu’daki ağalık sistemi, etnik gruplar, siyasi gelişmeler ve kadın erkek ilişkileri yerel bir üslupla ortaya konmuştur. Romanda halk dili romanın akıcılığını ve gerçekçiliğini artırması bakımından önemli bir yer tutar. (Turkedebiyati.org, 2024)

MEMO (KEMAL BİLBAŞAR)

Cemo romanının devamı olan Memo’da, kendisini “Monzur gözesinin dikensiz gülü diye” niteleyen, Şıh kızı Senem anlatır Doğu Anadolu’yu; şeyhleriyle, ağalarıyla, görenek ve töreleriyle bir de o anlatır. Yazar, İstanbul Radyosu’nda yaptığı bir konuşmada, bu eserini şöyle tanımlıyor: “Bu romanda Osmanlı İmparatorluğu zamanında ihmal edilmiş, Cumhuriyet Dönemi’nde de tüm iyi niyetlere rağmen bir türlü Ortaçağ kalıntılarından kurtarılarak çağımıza yakışır bir sosyal düzen ve yaşayışa kavuşturulamamış olan Doğu Anadolu’muzun 1925-1938 yılları arasındaki trajik serüveni anlatılmaktadır. Memo, Doğu-Anadolu toplum yaşayışı, ekonomik yapısı, folkloru üzerinde uzun araştırmalar yapıldıktan; Dersim olayları, onu yaşamış olanlardan ayrıntılarıyla öğrenildikten sonra kaleme alındı, iki yılda yazıldı. Memo’da, uzun yıllar tabu sayılmış olan Doğu Anadolu’nun çevre sorunları üzerine cesaretle eğilmiş, bu bölgede İbrahim Tali ve General Abdullah Aldoğan’ın giriştikleri Islahat hareketinin bazı direnişlerle olumlu sonuç vermediği gösterilmiş, genel olarak düzenden gelen sorunlara çözüm yolları belirtilmiştir.” (liseedebiyat.com, 2024)

Halk Hikayesi, Hikaye, Destan

BİR DERSİM HİKAYESİ(MURATHAN MUNGAN)

“Onca uygarlığın kurulduğu, dağıldığı, el değiştirdiği; onca dilin, dinin, inancın, kültürün yaşadığı, çatıştığı, iç içe geçtiği zorlu bir coğrafya burası. Ve her geçen gün biraz daha öğreniyoruz bu topraklarda her inkârın ardında yakın ya da uzak tarihli bir toplu mezarın yattığını…Toprağa yalnızca ölülerin değil, hakikatlerin, dillerin, kültürlerin, kelimelerin gömüldüğünü…”

“Kendisi farkında olsun ya da olmasın bu ülkede herkesin bir Dersim hikâyesi vardır. İlle de içinde olmaları gerekmez. 

Bazen bir ucunun kendisine değdiğini bile bilmeden yaşayıp gitmişlerdir. Ben de bu kitap için yazarlardan bunu istedim: 

Bir Dersim hikâyesi anlatmalarını…” 

-Murathan Mungan- (Mardin Life, 2022)

Bir Efsane

Düzgün Baba Efsanesi

Şah Haydar Seyyid Mahmud-i Hayrani’nin oğludur. Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanlarını otlatmak için bir ev yapar. Burada hayvanlarıyla meşgul olur.

Kışın zemherisinde keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyid Mahmud-i Hayrani “Acaba Şah Haydar bu kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar.” Diye merak eder ve Şah Haydar ile hayvanların bulunduğu yere gider. Bir de bakar ki Şah Haydar elindeki çubuğu hangi meşe ağacına değdiriyorsa o ağaç hemen yeşeriyor. Taze filizlerle süsleniyor, keçiler de bu filizlerden yiyerek besleniyorlar.

Seyyid Mahmud-i Hayrani bu durumu görünce sesini çıkarmadan geri dönmek ister. Ancak o sırada bir keçi, birkaç kez üst üste hapşırır. Şah Haydar ne oldu babam Derviş Mahmud’umu gördün ki bu kadar hapşırırsın, der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür.

Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için mahcup olur. Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün Baba Dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burada mekan tutar. Rivayet olunur ki Şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik veya leken varmış. Bu hediklerle Zargovit’ten Düzgün Baba tepesine kadar (Takriben 5 Km.) üç adım atmış, bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmıştır. Bu izler hala durmaktadır.

Şah Haydar bir iki gün eve gelmeyince annesi endişelenir. Durumunu öğrenmesi için Şah Haydar’ın babasına rica eder. O da yanındaki müritlerine “Gidin bakın bakalım bizim Şah Haydar ne alemde?” der.

Müritlerden birkaç kişi 2500 metre yükseklikteki dağın tepesine çıkıp Şah Haydar ile görüşürler. Durumunun iyi olduğunu ve herhangi bir sorununun olmadığını öğrenerek tekrar Zeve’ye dönerler. Seyyid Mahmud-i Hayrani’ye, Şah Haydar’ın durumu düzgündü, merak edilecek herhangi bir şey yoktur. Selam ve hürmet eder ellerinizden öper derler.

Bu işi düzgündür sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zata artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir. O günden, bugüne Düzgün Baba olarak söylenir. (engelsizedebiyat 2024)

Bir Deyiş:

Koç olacak kuzu ağılda belli olur.

Bir Kelime:

Bıldır: geçen sene