Karabük

ROMANLAR

FABRIGA (ATİLLA ATALAY)

Bir Atilla Atalay kitabı, yani yalın derinlikli mizahi, hüzünlü, efendi ve fırlama bir kitap. Tam 48 Sıdıka beş ve uzun öykü Fabrıga Fabrıfa Karabük Demir Çelik Fabrikalarıdır ve Fabrıga bir Karabük emekçisinin Emiroğlu’nun hayat hikâyesidir. Emiroğlu da fabrıgacık Atilla Atalay’ın dedesi yani yaşanmış bir hayat hikayesi. Ekonomik akla uygun olanla insani olanın giderek çeliştiği bir dönemin hem güncel hem uzun ömürlü değerlendirmesi. (kitapyurdu, 2024)

Öykü yaşamsal bir yapıda yaşamı öykülenen kişi Atalay’ın annesinin babası Emiroğlu Mehmet’tir. Emrioğlu Mehmet Öyküye adını veren Karabük Demir Çelik Fabrikaları’na ilk kurulduğu yıl giren ve 1970’lerde emekli olarak ayrılan bir demir çelik işçisi. Zaten öyküyü tarihçi açısından çekici kılan da bu. Yazar dedesinin yaşamıyla fabrikanın gelişimini birbirine paralel olarak anlatıyor Böylece okur da sanayileşmenin şimdiye kadar pek ele alınmayan daha insani ve kültürel bir boyutunu görebiliyor. Bu önemli bir nokta Çünkü Türk insanı Cumhuriyet Türkiye’sinde Sanayi fabrika işçi sendika kavramlarına yabancı değil bu kavramlar siyaset söylemlerindeki

Öykü’nün sonunu belirleyen olay Emiroğlu’nun 1990’lı yıllardaki ölümüdür. Fakat öykünün ikili gelişim yapısı doğrultusunda fabrikayı da benzer bir son beklemektedir. Emrioğlu’nun öldüğü sıralarda zarar ettiği gerekçesiyle fabrikanın da kapatılması gündeme gelmiştir.

Fabrikayı fabrıga yapan yaşamlarını ve mücadelelerini onunla birleştiren isimsiz küçük insanlar; fabrika işçilerin ve onların ailelerinin anası arkadaşı sevgilisi, sevgisi, nefreti kısacası yaşamıdır. (Köroğlu, 1997)

Çocukluğumdan beri pek sevmediğim, o koca, dumanlı deve ait yüksek fırınların, niye Ayşe, Ülkü, Zeynep gibi insan isimleri taşıdığını çözdüm… (amazon.com.tr, 2024)

HALK HİKAYESİ,HİKAYE,DESTAN

ŞEHİT-BİR SAFRANBOLU MASALI (Ersin ÖZMEN)

Elindeki tüfeği yavaşça yere bıraktıktan sonra, kendisi de ağacın dibine oturup, sırtını ağacın geniş gövdesine yasladı. Hala kana kana buz gibi su içmek istiyordu. Çok geçmemişti ki, güneş ışıltılarından kamaşmış gözleriyle genç bir adamın elinde bir testiyle kendisine doğru geldiğini fark etti. Dalgalı siyah saçlarının altındaki düzgün hatlı güzel yüzünü, yeni olduğu anlaşılan sinekkaydı tıraşı daha da ortaya çıkarıyordu. Genç adam yüzündeki şefkatli gülümsemesiyle birlikte yere doğru çökerek elindeki su testisini Mustafa’ya uzattı. Üstü buz gibi su damlacıklarıyla terlemiş su testisine uzanır uzanmaz, onu ağzına diken Mustafa son damlasına kadar içmişti buz gibi suyu. Boş testiyi genç adama doğru uzatırken, genç adamın kendisine saygı ve hayranlıkla bakan yüzü Mustafa’ya tanıdık gelmişti.

Mustafa dikkatle genç adamın yüzüne bakıp onu tanımaya çalışırken;

– Benim baba, oğlun Ahmet’im ben. Beni tanımadın mı? Ben de otuz beş yaşımda öldüm, dedi.

Safranbolu’nun bir dağ köyünden başlayıp, Çanakkale’de şehadetle sona eren bu kaçış öyküsünü soluk almadan okuyacaksınız. (kitapyurdu, 2024)

BİR DEVR-İ ALEM SAFRANBOLU MASALI (Meriç Bilgiç)

Bu bir roman. fakat görünenden gizli anlamlarına doğru giden bir örgüsü var:

1) Roman boyunca Safranbolu’nun bütün tarihi- turistik mekanları geziliyor. Bu haliyle bir turizm rehberi niteliğinde.

2) Tarihi mekanlarda geçen olaylar ve kahramanlar, romanı götüren baş karakterler ve hikayeleri dışında tamamen gerçektir. Dünya’da Safranbolu ve tarihi ile ilgili pek çok akademik çalışma, Almanya’dan Kanada’ya kadar çeşitli akademisyenler arasında yapılan tartışmalara kadar, İngilizce, Türkçe ve Eski- güncel Yunanca, Hititçe kaynaklar taranmış, bölgenin arkeolojik kalıntıları dağ bayır gezilerek incelenmiştir. Bu haliyle roman, ilgili tarih içinde derinliği olan bir tarih belgeseli niteliğindedir.

3) Romanın kadın yazarının gerçek çocukluk anılarından başlayarak Safranbolu yaşam kültürünün orijinal incelikleri ortaya çıkarılmıştır. Yeryüzünün çıplak toprağı üzerinde küçük bir insan topluluğunun yarattıkları yaşam kültürü ve sentezi sağlam bir aile kültür geleneği yaratmıştır. Mimarinin ve elişlerinin kullanım şekliyle sadelik- basitlik ve zaman-dışılık özellikleri Japon yaşam kültürünün özelliklerini andırmaktadır. Safranbolu’nun benzeri bir kentçik olarak Belçika’nın Brugge’ü gösterilebilir.

4) Roman boyunca iki zıt karakter yedi tarih evresinde farklı kimliklerle doğuyor. Bu sayede tarihsel bilinç dokularının içinden geçilerek kayıp insanlık durumları görülebiliyor. 5) Son tarih evresi, tufan efsanesinde adı geçen, bu bölgenin atası sayılan, Nuh oğlu Yafes oğlu Mazak efsane dilinde, kısmen aruz kullanılmış beyitler halinde çağdaş bir yaratılış efsanesi anlatır. Çağdaş fizik- felsefe bilgileri efsane diline uyarlanarak, Lukretius gibi yeni bir efsane söylemi denemesi içermesi romanın orijinal bir yönünü oluşturuyor.

6) Roman eski kadim bilimsel, felsefi görüşlerden yola çıkılarak örtük bir insan anlayışı da içermektedir: Kitabın yedi bölümünden de okunabileceği gibi, farklı kültürler genel olarak, insanın yedi ruhsal basamakta gelişim gösterdiğine işaret eder. İnsanın zihni ile bedeni ve tarih arasında bir bağ vardır. Tarihle ilişkili zihinsel yapılar gelişim sürecinde bedenlerde izler bırakır ve diğer yönde de. Bu konu romanın felsefi antropolojik içeriğini temsil eder.

7) Bu kitapta aslında çok belirgin olmayacak şekilde, bir insanın gelişim evreleri ile insanlık tarihinin gelişim evreleri aynı tarihsel mantığa bağlanarak eşleştirilmiştir. Diğer bir ifadeyle, tarihsel- toplumsal olayların insanca izdüşümleri yorumlanarak insanlığın- Hegel’in Gesit’ı gibi- spekülatif oluşum evreleri çıkarılmıştır. Bu açıdan da roman bir tarih felsefesi perspektifini barındırmaktadır.

8) Roman tamamen eğlenmek ve eğlenirken bilgiyi paylaşmak üzerine kurulmuş. Bu eğlence, okurken romanın masalsı tadından duyumsanabiliyor.

9) Roman, yazarların Safranbolu’ya bir teşekkür hediyesi olarak kaleme alınmıştır. (BİLGİÇ, 2024)

BİR EFSANE

Geyikli Dede Efsanesi: Efsane halk ağzı ile şu şekilde anlatılmaktadır. Çok eski zamanlarda Öğlebeli Köyünde fakir bir çoban vardı. Nereden geldiğini, ne zaman geldiğini kimse bilmezdi. Bir babası , bir anası , birde kocamış karısı vardı. Bu çobana dede derlerdi. Okuması, yazması yoktu, güzel sözleri, esrarlı hali ile kendisini çok sevdirmişti. Çoban kurak ve kıraç alanlarda sığırlarını güder, Araç Çayı’nın öte geçesindeki çayırlara geçemediği için canı sıkılırdı. Bir gün çayın üstüne köprü yapmayı düşünmüş, ormandan kestiği ağaçları danasının sırtında taşımaya başlamış. Dananın sırtında taşınan ağaçlardan ne olur, Tanrı’ya yalvarmış, Tanrı’da ormandaki geyikleri onun hizmetine vermiş. Gece geyikler ağaçları taşımış gündüz ağaçları birbirine çatarak köprüyü kurarmış. Gel zaman git zaman dede birde camii yaptırmak istemiş. Köyün meydanını kazmış. Sabahleyin birde bakmışlar ki her tarafa kum, taş çekilmiş. Köylüler buna inanamamış ve gözetlemeye karar vermişler. Bunu hisseden çoban karısına; köylüler benim işime mani oluyorlar, camiyi yapmak nasip olmayacak. Eğer beni görürlerse beni artık burada arama. Kara danayı ardımca sal, o benim yerimi bulur demiş. Gece gözetleyen köylüler taşların geyikler tarafından taşındığını görmüşler. Sırrı aşikar olan ermişler yaşamazlarmış, çoban köylülere; evinizin sayısı 20’yi geçmesin diye beddua etmiş ve ertesi gün evden çıkmış. Karısı iki gün beklemiş gelmeyince kara danayı salıvermiş, oda peşinden yürümeye başlamış. Dana evvela mezarlıkta durmuş, sonra Dede Yaylasına kadar yürümüş., orada bir yerde düşmüş ölmüş. Bu ermiş çobanın yattığı bir türbe olup adı “Bahattin Gazi” türbesidir. (engelsizedebiyat 2024)

Bir Kelime Eşgare: Göz göre göre, alenen

Bir Deyiş Aç garın katık istemez, uykulu baş yastık istemez