Romanlar
Hacı Bektaş (Emine Işınsu)
Fikir eserleri akla, şiir gönle hitap eder. Roman hem akla, hem gönle… Romanın asıl üstünlüğü de bu olsa gerek. Tasavvuf da sır düşünmekle anlaşılamaz. İlla yaşanması gerekir. Tasavvuf dervişlikle yaşanır. Derviş düşünürken hisseder, hissederken düşünür. Hem gözüyle, hem gönül gözüyle görür. Yunus, Hacı Bektaş, Hacı Bayram, Niyazi Mısrî tasavvuf zirvelerini de hem anlamak, hem de hissetmek gerekir; aynı anda. Çağımızda hepimiz derviş olamayacağımıza göre bunu başarmanın en uygun yolu, onları Emine Işınsu gibi bir kalemden okumaktır. Anlarken hissetmek hissederken anlamak için. (kitapyurdu,2019)
Halk Hikayesi, Hikaye, Destan
AŞKIN SON OZANI NEŞET ERTAŞ (SİNAN YAĞMUR)
Bu kitap, çocukluk ve gençlik dönemlerinde yaşadığı şehirde iki sokak ötesinde ismi bilinmezken ismi kıtaları aşıp dünyaca bilinen, UNESCO tarafından ‘Evrensel Müzik Değeri’ kabul edilen, tozlu çamurlu varoşlardan, sazlı-sözlü var oluşa yolculuğun destanlaşan ‘Son Ozan Neşet Ertaş’ın hikâyesidir.
Bu kitap, kaderine tevekkülünü ‘Biz doğduğumuzdan beri yoksulduk. Varlığı görmedik ki yoksulluktan şikâyet edelim…’ diyerek asla isyan etmeyen, Anadolu’nun masumiyet dolu kadere rızasını anlatan bir ozanın ahlâk ve tevazuyla dolu hayatının hikâyesidir.
“Yolcuya yolda azık gerek. Ömrü garip bir yolculuktan ibaret ozan için yollar yolları izlemiştir, yıllar yılları emip bitirmiştir. Şimdi kala kala ölmek kalmıştır son azığı yerine.”
Bu hikâye çocukluğunda esmer teni, güneş kavruğu suratı ve bahtının rengi karaya büründüğünden ‘horlanan, taşlanan; aslında tasavvufi bir yol olan Abdallık, sufi geleneğinden gelen, Bektaşî-meşrepli, Yunus Emre yürekli, insan sevgisini kendine düstur edinmiş, edep seviyesinde Allah’a âşık olan bir adamın hikâyesidir.(Mardin Life, 2022)
Bir Efsane
Karakurt Kaplıcası Efsanesi
Kırşehir’in 15 kilometre batısındaki Emirburnu Dağı’nın eteklerinde Karakurt derler bir kaplıca vardır. Geçmişi çok uzaklara gider. Dört mevsim hastaların taşındığı kaplıcada tedavi edilmeyen illet yoktur. Bir zamanlar Kırşehir Beyi’nin oğlu çaresiz bir hastalığa tutulmuş, her tarafı akar, kokar olmuş. Doktorlar ne yaptıysa fayda etmemiş. Beyin, umudu kesilmiş. “Bari gözümün önünde öleceğine götürün bir dağa bırakın orada ölsün. Göz görmeyince gönül katlanır” demiş. Çocuğu alıp Emirburnu Dağı’nın eteklerine bırakmışlar. Elbette burada kurtlar kuşlar parçalarda o da bu illetten kurtulur. Çocuk yapayalnız kol bacak tutmaz başına geleceği beklerken, akşama doğru bir kurt görünmüş. Kurdun karnı kemiklerine yapışmış, uyuzdan tüyleri dökülmüş, her tarafı cerehat içindeymiş. Sürüne sürüne dağın eteğindeki bataklığa girmiş, çamura bulanmış, çıkmış. Ertesi gün yine bataklığa gelmiş, çamura girmiş. Derken iki gün sonra canlı kanlı bir kurt olarak ayağa kalkmış, uzaklaşıp gitmiş. Kurdun her hareketini izleyen oğlan, bu çamurdan bir keramet olsa gerek diyerek o da sürüne sürüne bataklığa girmiş. Çamurları yüzüne, gözüne sürmüş, bir köşede kaynayan sudan içmiş. Biraz sonra vücudunda bir dirilik, canlılık duymaya başlamış. Bir iki gün derken ayağa kalkmış, yürümüş. Üçüncü günde Kırşehir’in yolunu tutmuş. Babasının kapısını çalmış, görenler şaşırmış; gözlerine inanamamışlar. Çocuk olanı biteni anlatmış. Bey de bataklığı bir kaplıca haline getirerek üzerine bir kubbe, yanına da bir mescit yaptırıp hizmete açmış. Adına da Karakurt Kaplıcası demişler.(engelsizedebiyat,2024)
Bir Deyiş
Kılda keramet olsa keçiler evliya olurdu,
Bir Kelime
Mılcımış: Çürümeye başlamış