ROMANLAR
İnce Memed(Yaşar Kemal)
Yaşar Kemal’in 1955, 1969, 1984 ve 1987 yıllarında yayınlanan, dört ciltten oluşan romanı, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Adana Çukurova’da geçmektedir. Roman, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına rastlayan bir isyan öyküsünü konu alır. Romanda, Anadolu halkının geri kalmışlığı, cahil bırakılmışlığı, köy hayatının sefaleti ve ağaların tüm yöreye hâkimiyeti gözler önüne serilir.
1953-1954 yıllarında Cumhuriyet gazetesinde dizi olarak yayımlanan İnce Memed, 1956 yılında Varlık dergisi tarafından verilen Roman Armağanı’nı kazanmıştır.
Hanımın Çiftliği (Orhan Kemal)
Hanımın Çiftliği, Orhan Kemal’in üç ciltten oluşan romanıdır. Kitap; Vukuat Var, Hanımın Çiftliği ve Kaçak ciltlerinden oluşmaktadır. Romanın ilk cildi olan Vukuat Var, yazar tarafından 20 günde yazılmıştır. Eser, popüler kültür alanında da ilgi görmüş; iki ayrı uyarlaması televizyon dizisi olarak Türk televizyonlarında yayınlanmıştır. Romanda, Çukurova’daki insanların yaşamları anlatılmaktadır. Romanın ciltlerindeki olay örgüsü birbirleriyle bağlantılıdır. Örneğin, Vukuat Var adlı romanda başlayan olay örgüsü Hanımın Çiftliğinde devam eder.
Çukurova’nın Nar Ağacı
Adana’nın yakıcı sıcağı, kasabanın tek su kuyusunun başında toplanan insanları daha da yormuştu. Güneş, nar ağaçlarının dallarını kızıla boyarken, 12 yaşındaki Ali, ayağındaki eski sandaletlerle tozlu yolda koşuyordu. Elinde, dedesinin eskiden kullandığı bakır bir ibrik vardı.
Köyün ortasında yükselen nar ağacı, Ali için her şey demekti. Dedesi, o ağacın gölgesinde otururken hikayeler anlatırdı: “Bu nar ağacı, oğlum, Çukurova’nın kalbidir. Bizim gibi köylülerin ne kadar dayanıklı olduğunu gösterir. Susuzluğa da, fırtınaya da, insanın hoyratlığına da dayanır.”
O gün, Ali’nin babası İsmail, ağanın işçileri çağırdığı haberini getirmişti. Tarladaki pamuklar toplanacaktı ve herkes çalışmak zorundaydı. Ağa, ödeme yapar mıydı, yapmaz mıydı, kimse bilmiyordu. Ama Ali’nin ailesinin başka çaresi yoktu.
Tarlada gün doğmadan başlayan mesai, güneş batarken bile bitmiyordu. Kadınlar sırtlarında sepetlerle pamuk taşıyor, erkekler çamurlu sularda tarla düzenliyordu. Ali de annesiyle tarladaydı, ama aklı hep nar ağacında kalmıştı. Bir gün bu tarlalardan kurtulup büyük şehre gitmeyi, bir lokma ekmek için ağaya boyun eğmemeyi hayal ediyordu.
Bir öğlen vakti, ağa tarlaya geldi. Beyaz keten kıyafetleriyle, elindeki ince bastonuyla işçileri izliyordu. Gözleri Ali’ye takıldığında, kaşlarını çattı. “Sen çalışmıyor musun, ufaklık?” diye sordu.
Ali’nin annesi telaşla oğlunu kolundan çekti, “Kusura bakma ağam, çalışıyor da dinlenmeye çekildi.”
Ağa bir şey demedi, bastonuyla yere vurup uzaklaştı. Ali ise sessizce annesine bakıp nar ağacını düşündü. Bu hayat, dedesinin anlattığı masallara hiç benzemiyordu.
O gece, Ali evden çıktı. Köyde herkes uyurken nar ağacının altına oturdu. Dallardan bir nar koparıp elleriyle soydu. Kan gibi kırmızı taneler avuçlarına döküldü. O an, nar ağacının hikayesinin bittiği değil, başladığı yer olduğunu anladı.
“Bir gün buradan gideceğim,” dedi kendi kendine. “Ama bu nar ağacını asla unutmayacağım. Dedemin dediği gibi, ne olursa olsun dayanacağım.”
HALK HİKAYESİ,HİKAYE,DESTAN
ZIKKIMIN KÖKÜ, Muzaffer İZGÜ
Zıkkımın Kökü, Muzaffer İzgü’ nün kendi yaşamından yola çıkarak yazdığı bir roman, “Muzo” karakteri ise yazarın ta kendisi. Romanında; Adana’da, kiralık bir arsanın ortasına kurdukları derme çatma gecekonduda ailesiyle birlikte verdiği yaşam mücadelesini anlatıyor. Daha ilkokula giderken yaz tatillerinde çalışmaya başlayan Muzo birçok iş yapmak zorunda kalır. Yazlık sinemalarda gazoz, sokaklarda darı, su, şeker satar, karpuz yükler, babasıyla seyyar satıcılık yapar. Bazen gazoz şişelerini yıkar, bazen lokantada bulaşıkları. Vestiyere bakar, muavin olup bir kamyonla yollara düşer. Sokak aralarında annesinin pişirdiği kuru patlıcan dolmalarını satar. Kahvede çırak olur, çay-kahve dağıtır, sevdiği kızın peşinden pamuk toplamaya gider. Adana’nın gecekondu mahallelerinde geçen bu zorlu hayat, Muzo’ nun bakış açısından anlatılır. Harcanan emek, para kazanıp aileye destek olmanın sevinci, yardımlaşma ve dayanışma, kimi zaman boşa giden çabalar, hayal kırıklığı… Her türlü zorluğa karşın, inadına direnmek, yılmadan karşı koymak, hep yeniden başlamak… Ve mutluluğun tarifi: “Bizim mutluluğumuz çok basitti. Tencerede yemeğimiz olsun, çıkında ekmeğimiz, lambada gazımız, ocakta çaydanlığımız, yeterde artardı bile…” Muzaffer İzgü’ nün, ‘yaşam öyküsü’ nü anlattığı Zıkkımın Kökü, aynı adla sinemaya da uyarlandı. (Bilgi Yayınevi, 2024)


BİR EFSANE
Şahmaran Efsanesi:
Adana’da halk arasında Misis Yılanla, Ceyhan Yel’le, Adana sel’le gidecektir diye bir söylenti vardır. Adana-Ceyhan arasındaki Yılankale’nin de adı Şahmaran efsanesine karışmıştır.
Söylentiye göre Yılankale’de çok yılan yaşarmış.Yılanlar sütle beslenirmiş. Günün birinde sütsüz kalacaklar ve kaleden çıkıp Misis’e inerek orada yaşayanları sokacaklarmış.
Diğer bir söylentiye göre; çevrede yaşayan beylerden biri çaresiz bir derde tutulmuş yapılan ilaçlar hiç fayda vermez olmuş. Bir doktor, beyi iyi edecek yılanların padişahı Şahmaran’ın gözleri olduğunu söylemiş. Ama kimse Şahmaran’ı bulamamış. Yılanlar padişahı insanoğullarından birine büyük bir iyilikte bulunarak onu yılanların sokup öldürmesinden kurtarmış. İşte bu insanoğlu Şahmaran’ın saklandığı yeri biliyormuş. Bu insanoğlu beyin vereceği ödülü kazanmak için Şahmaran’ı yakalamaya karar vermiş. İnsanlar arasında Şahmaran’ın saklandığı yeri tek bilen kişi o imiş. Bu arada Şahmaran çok güzel bir kıza aşık olmuş. Bu kızı daha iyi görebilmek için kızın gittiği hamamın tepesine çıkmş ve oradan kayıp hamamın ortasına düşmüş. İşte onu takip eden ve onu bilen insanoğlu Şahmaran’ı bu hamamda öldürüp, gözlerini götürmüş. Gözleri yiyen bey iyi olmuş.
EDEBİYAT MÜZESİ
Bir Kelime:
Cukka: Para anlamında kullanılır.
Bir Deyiş:
Pamuk yürek ister, yürek emek ister.